Pompei, Roma'da ahlaki
dejenerasyonun sembolüydü. Pompei halkı aynı Lut kavmi gibi cinsel
sapkınlıklara yönelmiş, Allah'ın emrettiği ahlaka ve hayata aykırı bir
yaşam tarzını tercih etmişti. Ancak onların sonu da Lut kavmi gibi
oldu. Çünkü Allah'ın emirlerine başkaldıran her topluluk, bunun
karşılığını mutlaka dünyada ya da ahirette alacaktır. Bu Allah'ın bir
kanunudur ve Allah "... Sen, Allah'ın sünnetinde kesinlikle bir
değişiklik bulamazsın ve sen, Allah'ın sünnetinde kesinlikle bir
dönüşüm de bulamazsın." (Fatır Suresi, 43) ayetiyle bu gerçeği bizlere haber verir.
Pompei'nin helakı, Vezüv
Yanardağı'nın patlamasıyla gerçekleşmişti. Vezüv Yanardağı,
İtalya'nın, özellikle de Napoli kentinin sembolüdür. Yaklaşık, 2000
yıldan beri suskun olan Vezüv "İbret Dağı" şeklinde adlandırılır. Ünlü
Sodom ve Gomorra kentlerinin başına gelen felaketle, Pompei faciası
birbirine çok benzemektedir. Vezüv'ün batı yamacında Napoli, doğu
yamacında ise Pompei kenti yer alır. Yaklaşık 2000 yıl önce yaşanan
bir lav ve kül felaketi, bu kentin insanlarını ani bir biçimde
yakalamıştı. Felaket öylesine ani olmuştu ki, herşey 2000 yıl
öncesinde olduğu gibi kaldı. Sanki zaman dondurulmuştu.
Pompei'nin böyle bir
felaketle yeryüzünden silinmesinde elbette ders çıkarılabilecek
hikmetler vardı. Tarihi kayıtlar, şehrin yok olmadan önce tam bir
sefahat ve sapkınlık merkezi olduğunu gösterir. Şehrin en belirgin
özelliği, fuhuşun çok yaygın olmasıydı. Ancak Vezüv'ün lavları bir
anda tüm kenti haritadan sildi. Olayın en ilginç yanı ise, kentin
günlük yaşantısı içinde, Vezüv'ün korkunç patlamasına rağmen, kimsenin
kaçamamış ve adeta olduğu yerde donakalıp felaketin farkına bile
varamamış olmasıydı. Yemek yiyen bir aile, o andaki gibi aynen
taşlaşmıştı. Sapıklıkları esnasında taşlaşmış pek çok çift bulunmuştu.
Daha da önemlisi, bu çiftler arasında, aynı cinsten olanlar, küçük
erkek ve kız çocuklar da vardı. Pompei kalıntılarından çıkarılan
taşlaşmış insan cesetlerinin, bazılarının yüzleri hiç bozulmadan
kalmıştı. Genel yüz ifadesi şaşkınlıktı. Çünkü bu halk Allah'ın
ayetlerinde bildirdiği gibi, "birdenbire" yok olmuştu. Allah bu konuda
"bir şehir halkını" şöyle örnek verir:
(Onlara) Yalnızca bir tek çığlık (yetti); anında sönüverdiler. (Yasin Suresi, 29)
Pompei kalıntılarından çıkarılan taşlaşmış insan cesetlerinden birkaç örnek. |
Hz. Lut'un ve Hz. İbrahim'in Hicreti
Ayetlerde Hz. İbrahim ve
Hz. Lut'un Allah'ın emriyle hicret edip, güzel bir yurda yerleştikleri
bildirilmektedir. Rabbimiz Kuran'da bu iki mübarek insana ve
soylarına nasip ettiği hayırlı sonu şu şekilde haber verir:
Pompei'de bulunan bu kalıntılarda, un öğütmek için kullanılan dört değirmen görülmektedir. |
Onu ve Lut'u kurtarıp
içinde, alemler için bereketler kıldığımız yere çıkardık. Ona İshak'ı
armağan ettik, üstüne de Yakub'u; her birini salihler kıldık. Ve
onları, Kendi emrimizle hidayete yönelten önderler kıldık ve onlara
hayrı kapsayan-fiilleri, namaz kılmayı ve zekat vermeyi vahyettik.
Onlar Bize ibadet edenlerdi. Lut'a da bir hüküm ve ilim verdik ve onu
çirkin işler yapmakta olan şehirden kurtardık. Şüphesiz onlar, bozulmaya
uğrayan kötü bir kavimdi. Onu rahmetimize soktuk, çünkü o,
salihlerdendi. (Enbiya Suresi, 71-75)
Hem Hz. Lut hem de Hz. İbrahim hicret etmişler, yani yaşadıkları evlerini ve yurtlarını Allah'ın emriyle terk etmişlerdir.
Hicret, ancak salih müminler
tarafından gerçekleştirilebilecek bir ibadettir. Dinden uzak yaşayan
insanlar, tüm varlıklarını bir anda arkalarında bırakıp bilinmeyen bir
yere doğru göç etmeye yanaşmazlar. Evleri, eşyaları, mal ve mülkleri
onlar için çok önemlidir. Oysa bir mümin nereye giderse gitsin,
Allah'ın kendisine nasip ettiğinin en hayırlısı olacağını bildiği için,
hiç tereddüt etmeden varını-yoğunu bırakıp Allah'ın rızası için hicret
edebilir. Hz. İbrahim ve Hz. Lut, bu teslimiyeti ve tevekkülü en
güzel şekilde göstermişlerdir. Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için
dünyadan vazgeçmiş, karşılığında ise Rabbimiz onları hem dünya
hayatında bereketli bir yere yerleştirmiş, hem de ahirette sonsuz
cennet nimetlerini bahşetmiştir.
Allah'a güvenen ve
hayatlarının her anında mutlaka bir hayırla karşılaşacaklarını bilen
müminler de her zaman peygamberler gibi Allah'a teslimiyetli
davranmalıdırlar. Çünkü gelecek endişesi ve dünyaya ait hırslar, ancak
din ahlakından uzak yaşayan insanlara mahsus özelliklerdir. Rabbimiz
maddi menfaatlerinin peşine düşmemelerinin bir mükafatı olarak
müminleri, hem dünyada hem de ahirette eşsiz nimetlerle
müjdelemektedir.
Bunun yanında Kuran'da,
Allah'tan büyük bir nimet olarak, peygamberlerin sahip oldukları büyük
mülkten bahsedilir. Hz. Davud'a dünya hayatında büyük bir mülk
verilmiş, Hz. Süleyman kimsenin güç yetiremeyeceği bir kuvvete ve
zenginliğe sahip olmuştur. Allah Kuran'da Hz. İbrahim'e ve soyuna da
büyük bir mülk verdiğini bildirir:
Yoksa onlar, Allah'ın
Kendi fazlından insanlara verdiklerini mi kıskanıyorlar? Doğrusu Biz,
İbrahim ailesine Kitab'ı ve hikmeti verdik; onlara büyük bir mülk de
verdik. (Nisa Suresi, 54)
Mal, mülk ve iktidar,
inkar edenler veya gaflet içindeki insanlar için hemen her zaman kibir
ve şımarıklık nedeni olur. Oysa peygamberler ve onların yolunu
izleyen müminler, Allah'ın kendilerine verdiği mal ve mülkü, O'nun
rızasına uygun olarak din ahlakının yayılması için, hayırlarda
kullanırlar. Ayrıca müminlerin önemli bir özelliği de, mülkün tamamen
Allah'a ait olduğunu bilmeleridir. Salih Müslümanlar kendilerine dünya
hayatına dair nimetler verildiğinde Rabbimize şükreder, ancak bu
nimetler eksildiğinde de yine Allah'a kalpten hamd eder ve güzel bir
sabırla sabrederler. Çünkü onlar dünya hayatında bir denemeden
geçirildiklerinin ve Allah'ın inananları eşsiz cennet nimetleriyle
ödüllendireceğinin bilincindedirler:
İman edenler, hicret
edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerin
Allah katında büyük dereceleri vardır. İşte 'kurtuluşa ve mutluluğa'
erenler bunlardır. Rableri onlara katından bir rahmeti, bir hoşnutluğu
ve onlar için, kendisine sürekli bir nimet bulunan cennetleri
müjdeler. Onda ebedi kalıcıdırlar. Şüphesiz Allah, büyük mükafaat
katında olandır. (Tevbe Suresi, 20-22)
Bu sitede Hz. İbrahim ve
Hz. Lut Peygamberlerin Allah'a olan coşkulu imanlarını, her işlerinde
Rabbimize yönelip dönüşlerini, üstün ahlaklarını, putperest ve sapkın
kavimleriyle yaptıkları zorlu mücadeleyi Kuran ayetleri doğrultusunda
anlattık. Hz. İbrahim putperest kavmine karşı kararlılıkla tebliğde
bulunmuş, Allah'a olan teslimiyeti sayesinde önüne çıkan her engele
sabretmiş, imanında kararlı olmuştur. Hz. Lut ise, sapkın kavmine karşı
sabırla mücadele etmiş, onları Allah'a iman etmeye ve
ahlaksızlıklardan uzak durmaya davet etmiştir. Allah'ın alemlere üstün
kıldığı bu mübarek insanlar, hayatları boyunca gösterdikleri iman
derinliği ve yüksek ahlak ile Allah'ın hoşnutluğunu kazanmış, sonsuz
nimetlerle bezenmiş cennet yurduna erişmişlerdir.
Erkek olsun, kadın olsun, bir mümin olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veriririz. (Nahl Suresi, 97) |
Samimi iman sahiplerinin
hayatlarındaki en büyük amaçları da, birer hidayet rehberi olan
peygamberlerimizin bu şerefli yolunu izlemek ve böylece Allah'ın razı
olduğu, muvahhid kullardan olmak olmalıdır. Allah Kendisi'ne itaat
edenlerin alacağı mükafatı Nisa Suresi'nde şu şekilde müjdelemektedir:
Kim Allah'a ve Resul'e
itaat ederse, işte onlar Allah'ın kendilerine nimet verdiği
peygamberler, doğrular, şehidler ve salihlerle beraberdir. Ne iyi
arkadaştır onlar? (Nisa Suresi, 69)
Peygamberler gibi Allah'ın
dostu olabilmek ve ahirette de peygamberlerle birlikte olabilmek için,
insanın tüm hayatını Allah'ın rızasına uygun olarak yaşaması, hep
Allah'a güvenmesi, Allah'ı ve O'nun dinini herşeyden üstün tutması
gerekir. Her kim bu ahlakı gösterirse, her kim Hz. İbrahim gibi
"alemlerin Rabbine teslim oldum" der ve bu şekilde yaşarsa, o en büyük
mutluluk ve kurtuluşa kavuşmayı Allah'tan umabilir.
Dünya üzerinde Allah'ın varlığından yana gaflet içinde olan insanların olması, hiçbir insanı yanıltmamalıdır. Unutmamak gerekir ki, Hz. İbrahim putperest bir kavmi tek başına iman etmeye davet etmiş, Rabbimiz de onun bu üstün ahlakını "... İbrahim (tek başına) bir ümmetti..." (Nahl Suresi, 120) ayetiyle övmüştür. Hz. Lut, yanındaki çok az sayıda müminle birlikte, çok üstün bir teslimiyet ve tevekkül örneği göstererek sapkın kavmini iman etmeye davet etmiştir. (Zariyat Suresi, 36) Ancak o ev halkı, kavmin tümünden çok daha kuvvetlidir, çünkü Allah'ın yardımı ve desteği onların yanındadır.
Önemli
olan dünyanın bu büyük sırrını, herşeyin Allah'ın kudretinde olduğunu,
herşeyin O'na boyun eğdiğini anlamak ve buna göre yaşamaktır. Hz.
İbrahim ve Hz. Lut, bu sırrı kavramış ve Allah'ın dostu olmuşlardır.
Tüm iman sahipleri de Allah'ın bu mübarek elçileri gibi derin bir
imanı ve maneviyatı elde etmeyi amaçlamaları, Allah'ın Kendisi'ne dost
edindiği kutlu insanlardan olmak için ciddi bir çaba göstermeleri
gerekmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder