İyilik
yaparak kendini Allah'a teslim eden ve hanif (tevhidi) olan
İbrahim'in dinine uyandan daha güzel dinli kimdir?.. (Nisa Suresi,
125)
Tarih boyunca
insanlar İbrahim Peygamberin hangi dine mensup olduğu konusunda
tartışmışlardır. Yahudiler onu tüm Yahudilerin peygamberi olarak kabul
eder ve kendilerinin Hz. İbrahim'in yolunu izlediklerini ileri
sürerler. Hıristiyanlar, Hz. İbrahim'in Yahudilerin peygamberi
olduğunu kabul eder, ancak onun kendisinden sonra gelecek olan Hz.
İsa'ya tabi olduğunu iddia ederek Yahudilerden ayrılırlar.
Kısacası
Hz. İbrahim Yahudiler tarafından "Yahudi", Hıristiyanlar tarafından
da "Hıristiyan" olarak gösterilir. Oysa Allah Kuran'da, Hz. İbrahim'in
ve soyunun dini konusunda tartışanların bu konuda hiçbir bilgilerinin
olmadığını haber vermektedir:
Yoksa siz, gerçekten İbrahim'in, İsmail'in, İshak'ın, Yakub'un ve torunlarının Yahudi veya Hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? De ki: "Siz mi daha iyi biliyorsunuz, yoksa Allah mı? Allah'tan kendisinde olan bir şehadeti gizleyenden daha zalim olan kimdir? Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir." (Bakara Suresi, 140)
Yoksa siz, gerçekten İbrahim'in, İsmail'in, İshak'ın, Yakub'un ve torunlarının Yahudi veya Hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? De ki: "Siz mi daha iyi biliyorsunuz, yoksa Allah mı? Allah'tan kendisinde olan bir şehadeti gizleyenden daha zalim olan kimdir? Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir." (Bakara Suresi, 140)
Ayrıca
Allah Hz. İbrahim'in Hıristiyan mı, Yahudi mi olduğunun
tartışılmasının akılsızca bir tartışma olduğunu diğer ayetlerde şu
şekilde bildirmektedir:
MÖ 9 ya da 8. yüzyıldan kalma bu madalyon, Asur halkının sözde tanrılarına sapkın tapınışlarını sembolize etmektedir. Asurlular MÖ 1900-612 yılları arasında Mezopotamya'nın en güçlü devleti idiler. Türlü sapkın inanca sahip olan Asurluların en büyük putlarının adı Asshur idi. |
Ey Kitap Ehli,
İbrahim konusunda ne diye çekişip tartışıyorsunuz? Tevrat da, İncil de
ancak ondan sonra indirilmiştir. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz?
İşte sizler böylesiniz; hakkında bilginiz olan şeyde tartıştınız, ama
hiç bilginiz olmayan bir konuda ne diye tartışıp-duruyorsunuz? Oysa
Allah bilir, sizler bilmezsiniz. (Al-i İmran Suresi, 65-66)
Hz.
İbrahim hakkında en doğru bilgiyi bize öğreten kaynak Kuran'dır; çünkü
Kuran, Allah'ın tahrif edilmemiş olan tek kitabıdır. İnsanlar yol
göstericileri olan Kuran'ı değil de, başka kaynakları rehber
edinirlerse büyük bir yanılgının içine düşerler. Kuran'da detaylı
olarak açıklanan bir konuyu göz ardı eden insanlar, kendi zanları ve
inançları doğrultusunda konulara açıklama getirmekten çekinmezler.
Halbuki iman edenler her konuda olduğu gibi, peygamberler ve soyları
hakkında bir yorum yaparken de Kuran ayetlerini ve Peygamber Efendimizin
sünnetini esas alırlar. Bilirler ki, insanlara doğru olmayan
bilgileri öğretmeye çalışmak, özellikle de peygamberler hakkında zan
ve tahminde bulunup çekişmek Allah'ın beğenmediği bir ahlaktır.
Hiç şüphesiz, Hz. İbrahim'in dini hakkındaki kesin gerçeği de yine sadece tüm insanların rehberi olan Kuran'dan öğrenebiliriz:
İbrahim,
ne Yahudi idi, ne de Hıristiyandı: ancak, O hanif (muvahhid) bir
Müslümandı, müşriklerden de değildi. (Al-i İmran Suresi, 67)
Allah
Kuran'da Hz. İbrahim'in Yahudi veya Hıristiyan olmadığını, "hanif" bir
dine mensup olduğunu kesin olarak ifade etmektedir. "Hanif" kelimesi,
"Allah'ın emrine teslim olup, Allah'ın dininden hiçbir konuda
caymayan, ihlaslı kişi" anlamını taşımaktadır. Hz. İbrahim'in "hanif"
olarak vurgulanan özelliği, Allah'a bir ve tek olarak iman etmesi ve
teslim olmasıdır.
Başka bir ayette ise Rabbimiz, Hz. Muhammed (sav)'e, Hz. İbrahim'in dinine uymasını emretmektedir:
Sonra sana vahyettik: "Hanif (muvahhid) olan İbrahim'in dinine uy. O, müşriklerden değildi." (Nahl Suresi, 123)
Allah insanlardan
hanif (Allah'ı birleyen) olarak dine yönelmelerini istemektedir.
İnsanın fıtratının hanif olmaya ve Rabbimize hiçbir şeyi ortak
koşmamaya uygun olduğunu Allah Kuran'da açık bir şekilde
vurgulamaktadır:
Öyleyse
sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o
fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın
yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din
(budur). Ancak insanların çoğu bilmezler. (Rum Suresi, 30)
Ayrıca
birçok ayetten de anlaşıldığı üzere, "hanif" kelimesi ile ifade edilen
Hz. İbrahim'in dini, özünde İslam ile aynıdır. Zaten bütün hak dinler,
bozulmamış halleriyle temelde bir ve tek olan Allah'ın rızasını,
rahmetini ve cennetini kazanmak üzerine kuruludur. Bu hak din, Hz.
İbrahim'den sonra oğulları, torunları ve onun soyundan gelen diğer
salih insanlar tarafından ayakta tutulmuştur. Örneğin Kuran'da, Hz.
Yusuf'un hapishane arkadaşlarıyla yaptığı konuşmaya dikkat
çekilmektedir. Hz. Yusuf konuşurken kendisinin, ataları Hz. İbrahim ve
onun neslinin dinine uyduğunu şöyle ifade etmektedir:
Atalarım
İbrahim'in, İshak'ın ve Yakub'un dinine uydum. Allah'a hiçbir şeyle
şirk koşmamız bizim için olacak şey değil. Bu, bize ve insanlara
Allah'ın lütuf ve ihsanındandır, ancak insanların çoğu şükretmezler.
(Yusuf Suresi, 38)
Hangi
devirde yaşarlarsa yaşasınlar, "hanif" olan insanların, yani
Müslümanların ortak özellikleri, Allah'a eşler koşmadan sadece O'nu
yüceltmektir. Peygamberlerin ana görevlerinden biri ise, insanları
şirkten ve din ahlakına karşı olan her türlü uygulamadan kurtarıp asıl
dini yaşamaya davet etmektir. Nitekim Peygamber Efendimizin
hadislerinde de insanlar "Allah'a ortak koşmaktan" men
edilmektedirler:
Dedim ki, 'Ey Allah'ın Resulü, en büyük günah hangisidir?' Bana: 'Allah seni yaratmış iken, O'na ortak koşmandır.'2
Allah bir ayetinde de İslam'ın, Hz. İbrahim'in dini gibi kolay olduğunu bildirmektedir:
...
O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir,
atanız İbrahim'in dini(nde olduğu gibi). O (Allah) bundan daha önce
de, bunda (Kur'an'da) da sizi "Müslümanlar" olarak isimlendirdi; elçi
sizin üzerinize şahid olsun, siz de insanlar üzerine şahidler olasınız
diye. Artık dosdoğru namazı kılın, zekatı verin ve Allah'a sarılın,
sizin Mevlanız O'dur. İşte, ne güzel mevla ve ne güzel yardımcı. (Hac
Suresi, 78)
Ayette
belirtildiği üzere, Hz. İbrahim gibi bir ve tek olan Allah'a yönelen
ve dini tam anlamıyla yaşayan insanlar Kuran'da "Müslümanlar" olarak
isimlendirilmektedir. "Müslüman" kelimesi, Arapçadaki "selam"
kelimesinden türemiştir ve "selamete kavuşan" veya "teslim olan"
anlamına gelmektedir. Müslümanlığın özü, Allah'a teslim olmak ve bu
teslimiyetin verdiği selameti (güvenlik ve huzuru) yaşamaktır.
Allah'ın insanlara birer hidayet önderi olarak gönderdiği
peygamberleri de Rabbimize olan teslimiyetleri, gönülden bağlılıkları
ve tevekkülleriyle bizlere örnektirler. Onlar her işlerinde Rabbimize
yönelen, O'na sığınan, sadece O'nu dost edinen ve O'ndan yardım
isteyen teslimiyetli kimselerdir. Bu nedenle de Kuran'da her biri
"Müslüman" olarak isimlendirilm
... O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim'in dini(nde olduğu gibi)... (Hac Suresi, 78) |
Örneğin Allah Hz. Nuh'a insanlara, "... Benim ecrim, yalnızca Allah'a aittir. Ve ben, Müslümanlardan olmakla emrolundum." (Yunus Suresi, 72) şeklinde söylemesini vahyetmiştir. Yunus Suresi'nde Hz. Musa'nın kavmine "... Ey kavmim, eğer siz Allah'a iman edip Müslüman olmuşsanız, artık yalnızca O'na tevekkül edin." (Yunus Suresi, 84) şeklinde hitap ettiğini bildirir. Ve yine Kuran'da Hz. Süleyman'ın Sebe halkına "Bana karşı büyüklük göstermeyin ve bana Müslüman olarak gelin" (Neml Suresi, 31) diye seslendiği bildirilir. Maide Suresi'nde ise Allah havarilere şu şekilde vahyetmiştir:
Hani
Havarilere: "Bana ve elçime iman edin" diye vahy (ilham) etmiştim;
onlar da: "İman ettik, gerçekten Müslümanlar olduğumuza sen de şahid
ol" demişlerdi. (Maide Suresi, 111)
Yukarıdaki
ayetlerde de görüldüğü gibi, salih müminler Allah'a teslim olan,
katıksız şekilde din ahlakını yaşayan, ihlas sahibi kimselerdir. Allah
bu insanları "Müslüman" ismiyle şereflendirmiştir.
Hz. Yusuf'un duası ise bizlere bu konuda çok güzel bir örnektir. Allah bu duayı şöyle haber vermektedir:
Hz. Yusuf'un duası ise bizlere bu konuda çok güzel bir örnektir. Allah bu duayı şöyle haber vermektedir:
"...
Göklerin ve yerin yaratıcısı, dünyada ve ahirette benim velim Sensin.
Müslüman olarak benim hayatıma son ver ve beni salihlerin arasına
kat." (Yusuf Suresi, 101)
Hz. İbrahim'in Allah'a olan coşkulu imanı, derin sevgisi, Rabbimizin bütün emirlerine gönülden boyun eğişi, itaati ve üstün ahlakı Kuran'da birçok kez vurgulanmaktadır. Bu ayetlerden bazıları şu şekildedir:
Hz. İbrahim'in Allah'a olan coşkulu imanı, derin sevgisi, Rabbimizin bütün emirlerine gönülden boyun eğişi, itaati ve üstün ahlakı Kuran'da birçok kez vurgulanmaktadır. Bu ayetlerden bazıları şu şekildedir:
"Rabbimiz,
ikimizi Sana teslim olmuş (Müslümanlar) kıl ve soyumuzdan Sana teslim
olmuş (Müslüman) bir ümmet (ver). Bize ibadet yöntemlerini (yer veya
ilkelerini) göster ve tevbemizi kabul et. Şüphesiz, Sen tevbeleri
kabul eden ve esirgeyensin." (Bakara Suresi, 128)
Rabbi ona: "Teslim ol" dediğinde (O:) "Alemlerin Rabbine teslim oldum" demişti. (Bakara Suresi, 131)
Her
Müslüman, Hz. İbrahim'in gösterdiği güzel ahlakı, Allah'a imanındaki
samimiyeti, Allah'a olan teslimiyetindeki ve itaatindeki derinliği örnek
almalıdır. Hz. İbrahim'in tebliğ yaparken gösterdiği dirayet ve
kararlılık da, kuşkusuz ki örnek alınması gereken önemli
özelliklerdendir.
Ayetlerde
de gördüğümüz gibi, Allah Hz. İbrahim'i tüm insanlara örnek
kılmıştır. Ayetlerde Hz. İbrahim gibi diğer peygamberler de Allah'a
teslim olmuş, hanif Müslümanlar olarak anılmaktadırlar. Bu dinlerin
hepsi, temeli Hz. İbrahim'in dinine dayanan hak dinlerdir.
Hıristiyanlık ve Yahudilik zaman içinde tahrif olmuş, Allah'ın
vahyettiği zamanki hallerinden uzaklaşmışlardır. Ancak ilk
vahyedildikleri dönemde hepsi, Allah'ı birleyen, şirki en büyük günah
olarak kabul eden, sadece Allah'ın rızası için yaşamayı öğütleyen hak
dinlerdi.
Bugün hem
Yahudilerin hem de Hıristiyanların Hz. İbrahim'e gösterdikleri saygı
ve sevgi ise, onları İslam ile ortak bir zeminde buluşturan önemli
değerlerden biridir. Her üç İlahi dinin mensupları da, Hz. İbrahim'in
insanlara gösterdiği şekilde Allah'a inanmakta ve O'na kulluk etmeyi
hedeflemektedirler. Bu nedenle Hz. İbrahim ve onun hanif dini,
Müslümanlar ile Kitap Ehli arasında ortak bir kelimedir. (Ancak
Hıristiyanların ve Yahudilerin Hz.İbrahim'in dinini bazı yönlerden yanlış yorumladıklarını göz önünde bulundurmak gerekmektedir.) Bir Kuran ayetinde Müslümanların Kitap Ehli'ni bu ortak kelimeye davet ettikleri şöyle haber verilir:
Hıristiyanların ve Yahudilerin Hz.İbrahim'in dinini bazı yönlerden yanlış yorumladıklarını göz önünde bulundurmak gerekmektedir.) Bir Kuran ayetinde Müslümanların Kitap Ehli'ni bu ortak kelimeye davet ettikleri şöyle haber verilir:
De
ki: "Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda müşterek (olan) bir
kelimeye (tevhide) gelin. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na
hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp bir kısmımız (diğer)
bir kısmımızı Rabler edinmeyelim." Eğer yine yüz çevirirlerse, deyin
ki: "Şahid olun, biz gerçekten Müslümanlarız." (Al-i İmran Suresi, 64)
Hz. İbrahim'in, Dinini Tebliğ Etmesi
Her
peygamber kendi kavmine Allah'ın emir ve yasaklarını bildirmekle
görevlendirilmiştir. Nuh kavmine gönderilen Hz. Nuh, Semud kavmine
gönderilen Hz. Salih, Lut kavmine gönderilen Hz. Lut, Medyen halkına
gönderilen Hz. Şuayb, İsrailoğulları'na gönderilen Hz. Musa, Hz. İsa
ve diğer tüm peygamberler Allah'ın mutlak varlığını insanlara
anlatmış, onları din ahlakını yaşamaya çağırmışlardır. Ancak Allah'ın
peygamberlik makamıyla şereflendirdiği bu kutlu insanlar kimi zaman
kavimlerinin büyük çoğunluğunun inkarı ile karşılaşmışlardır. Allah'ın
dinini kabul etmek istemeyen bu inkarcılar sadece kendilerine
gönderilen peygamberleri reddetmekle kalmamışlar, aynı zamanda onlara
karşı çok yönlü bir mücadeleye girmişlerdir. Kendilerine gelen elçileri
çirkin iftiralarla, tehdit ve saldırılarla engellemeye çalışmışlardır.
Hatta Allah'ın insanlara hidayet önderi olarak seçtiği bu değerli
insanları yurtlarından sürmeye, tutuklamaya, öldürmeye çalışmışlardır.
Allah Enfal Suresi'nde inkar edenlerin Peygamberimiz Hz. Muhammed'e
kurdukları tuzakların başarısızlıkla sonuçlanacağını şu şekilde haber
verir:
Hani o inkar
edenler, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek amacıyla,
tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir
düzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına
karşılık verenlerin) hayırlısıdır. (Enfal Suresi, 30)
Mezopotamya'da
Ay ve Güneş'e tapan topluluklar büyük bir çoğunluk oluşturuyorlardı.
Agade Kralı Naram Sin'in de sözde Ay tanrısı tarafından kutsandığına
ve üstün güçlere sahip olduğuna inanılıyordu. (Yanda) Ay'a secde eden
sapkın Naram Sin ve onun batıl inançlara sahip putperest halkına ait
bir zafer yazıtı görülmektedir.
|
Kitabın ilk
bölümünde de belirttiğimiz gibi, Hz. İbrahim'in kavmi kendi yaptıkları
taştan ve tahtadan heykellere, putlara tapıyor, sadece onlara dua
ediyorlardı. Atalarından gelen bu sapkın inanca körü körüne
bağlanmışlardı. Hz. İbrahim ise, bu topluma tek başına Allah'ın
varlığını ve birliğini anlatacak kararlılığa ve güçlü bir imana
sahipti.
Tarih boyunca
birçok toplumda "çoğunluk", üstünlük anlamına gelmiştir. Bir toplumda
çoğunluğun düşünce ve inancı ne yöndeyse, o düşünce ve inanç çoğu zaman
doğru kabul edilmiştir. Cahiliye toplumlarında çoğunluğa karşı koymak
zordur. Pek çok insan, çoğunluğun baskısı altında ezilir ve hatalı
olduğunu bildiği halde pek çok düşünce ve uygulamaya boyun eğer. Ancak
peygamberler ve onları izleyen salih müminler böyle değildirler.
Onlar çok büyük çoğunluklara kararlılıkla karşı koyabilmişlerdir.
Toplumlarından gördükleri baskı, tehdit ya da saldırılar karşısında
büyük bir cesaret örneği sergileyerek Allah'ın dinine sadakat
göstermişler, ibadetlerini ve Rabbimizin emirlerini titizlikle yerine
getirmişlerdir. Bunun nedeni ise, her zaman sadece Allah'tan korkmuş ve
O'na güvenip dayanmış olmalarıdır.
Ey peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevini) yapmayacak olursan, O'nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun... (Maide Suresi, 67) |
Hz. İbrahim de
bütün putperest kavmini tek başına karşısına almıştır. Rabbimizin
"Gerçek şu ki, İbrahim tek başına bir ümmetti." (Nahl Suresi, 120)
şeklinde övdüğü Hz. İbrahim'in karşısına aldığı kişilerin arasında kendi
babası da bulunmaktadır. O, elleriyle yonttukları taş ve tahta
parçalarından ibaret olan putların hiçbir zaman ilahlık vasfına sahip
olamayacağını, tek ilahın Allah olduğunu sabırla anlatmıştır. Tüm
topluma bu şekilde karşı gelerek, dinlerinin batıl olduğunu anlatması
ve düşmanlık gösteren insanlarla güzellikle mücadele etmesi, Hz.
İbrahim'in Allah'a olan güçlü imanını, tevekkülünü, teslimiyetini,
samimiyetini ve üstün karakterini tüm açıklığıyla gözler önüne
sermektedir. Hz. İbrahim Allah'a olan güçlü imanı sayesinde cesur ve
kararlı bir kişidir. Kavmine söylediği şu sözlerde, onun cesur
karakteri açıkça görülmektedir:
Kavmi
onunla çekişip-tartışmaya girdi. Dedi ki: "O beni doğru yola
erdirmişken, siz benimle Allah konusunda çekişip-tartışmaya mı
girişiyorsunuz? Sizin O'na şirk koştuklarınızdan ben korkmuyorum, ancak
Allah'ın benim hakkımda bir şey dilemesi başka. Rabbim, ilim
bakımından herşeyi kuşatmıştır. Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek
misiniz? Hem siz, O'nun haklarında hiçbir delil indirmediği şeyleri
Allah'a ortak koşmaktan korkmazken, ben nasıl sizin şirk
koştuklarınızdan korkarım? Şu halde 'güvenlik içinde olmak bakımından'
iki taraftan hangisi daha hak sahibidir? Eğer bilebilirseniz." (Enam
Suresi, 80-81)
Hz. İbrahim'in
kavmine yaptığı tebliğde, onun Allah'a olan derin ve coşkulu imanının
çok güzel örnekleri görülmektedir. Hz. İbrahim, Rabbimizin ona verdiği
üstün kavrayış ve hikmet sayesinde son derece etkileyici konuşmalar
yapmış, çok hikmetli örnekler vermiştir. Eğer hikmet gözüyle
değerlendirilirse Müslümanlar bu tebliğ yöntemlerinden günümüzde de
istifade edebilir, insanları Allah'a iman etmeye Hz.İbrahim'in
yöntemiyle davet edebilirler. Bu nedenle ilerleyen sayfalarda Hz.
İbrahim'in tebliğindeki hikmetli açıklamalarından bazılarını
inceleyeceğiz.
Hz. İbrahim'in Babasına Yaptığı Tebliğ
Tebliğ
yapmak, yani diğer insanları Allah'a bir ve tek olarak iman etmeye
davet etmek, her Müslümanın sorumluluklarındandır. Bu ibadet, Kuran'da
"iyiliği emredip kötülükten menetmek" olarak ifade edilir. Bu salih
amelin de temelinde, insanların "uyarılıp korkutulmaları", yani
Allah'ın tüm kainatı yoktan var ettiği, her insanın Rabbimize karşı
sorumlu olduğu ve ahiret gününde mutlaka Allah'a hesap vereceği, dünya
işlerinin karşılığını ahirette göreceği gibi çok önemli gerçeklerin
bildirilmesi ve hatırlatılması vardır.
... Allah'tan başka şahitlerinizi çağırın. Ama yapamazsınız -ki kesin olarak yapamayacaksınız- bu durumda kafirler için hazırlanmış ve yakıtı insanlar ile taşlar olan ateşten sakının. (Bakara Suresi, 23-24) |
Ancak bir kişiyi
Kuran'da kastedilen anlamda uyarıp-korkutabilecek olanlar, sadece
Allah'a samimi olarak iman eden, O'ndan içli bir saygıyla korkup
sakınan, ihlas sahibi Müslümanlardır. Allah onlara doğruyu yanlıştan
ayırma gücü, hikmet ve akıl vermiştir. Konuşulan kişinin karakterine,
ruh haline ve hayata bakış açısına göre anlatım yapılması, sözün en
güzel şekilde söylenmesi, karşı tarafın verdiği tepkilerin çok iyi
değerlendirilmesi ve bu tepkilere göre yeni yöntemler izlenmesi
gerekir. Bir kişiye dahi tebliğde bulunmak ciddi bir çaba
gerektirirken, tüm toplumu uyarmak ve hatta Kuran'da bahsedildiği gibi
"babaları uyarılmamış kavimlere", yani din ahlakından uzak yaşam
süren, bilgisiz kitlelere dini anlatmak oldukça ağır bir
sorumluluktur. Allah bir ayetinde tebliğin "hikmetle ve güzel öğütle"
yapılmasını şöyle emreder:
Rabbinin
yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde
mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin yolundan sapanı bilendir ve
hidayete ereni de bilendir. (Nahl Suresi, 125)
Her
Müslüman, Allah'ın varlığını ve Kuran ahlakının güzelliklerini mutlaka
diğer insanlara da anlatıp tavsiye etmekle yükümlüdür. Allah Kuran'da
bunun yöntemlerini de öğretmiştir. Kuran ayetlerinde iman edenlerin
öncelikle yakınlarını Allah'a ve ahiret gününe iman etmeye davet
etmelerini bildirmiştir. Rabbimiz ayetlerinde şu şekilde
buyurmaktadır:
Allah ile beraber başka bir ilaha yalvarıp-yakarma, sonra azaba uğratılanlardan olursun. (Öncelikle) En yakın hısımlarını (aşiretini) uyar. (Şuara Suresi, 213-214)
Allah ile beraber başka bir ilaha yalvarıp-yakarma, sonra azaba uğratılanlardan olursun. (Öncelikle) En yakın hısımlarını (aşiretini) uyar. (Şuara Suresi, 213-214)
Hz.
İbrahim'in babasına yaptığı tebliğ, bu konuya örnektir. Hz. İbrahim
babasına putlara tapınmanın Allah'a ortak koşmak anlamına geldiğini ve
insanın bir tek Allah'a kulluk etmesi gerektiğini çok hikmetli bir
biçimde anlatmıştır.
Allah Kuran'da Hz. İbrahim'in babası Azer'e yaptığı tebliği şu ayetlerle anlatmaktadır:
Hani
İbrahim, babası Azer'e (şöyle) demişti: "Sen putları ilahlar mı
ediniyorsun? Doğrusu, ben seni ve kavmini apaçık bir sapıklık içinde
görüyorum." (Enam Suresi, 74)
Hani
babasına demişti: "Babacığım, işitmeyen, görmeyen ve seni herhangi
bir şeyden bağımsızlaştırmayan şeylere niye tapıyorsun? "Babacığım,
gerçek şu ki, bana, sana gelmeyen bir ilim geldi. Artık bana tabi ol,
seni düzgün bir yola ulaştırayım." (Meryem Suresi, 42-43)
Hz.
İbrahim'in babasına yaptığı tebliğde iman edenlerin örnek alması
gereken en önemli hususlardan biri, inkar eden kişi ne kadar kibirli
ve zorlu olursa olsun, ona Allah'ın emir ve tavsiyeleri anlatılırken
sabırlı davranılması ve güzel bir anlatım yapılması gerektiğidir.
Onun kendilerine bir sözle cevap vermediğini ve onlara bir zarar veya fayda sağlamaya gücü olmadığını görmüyorlar mı? (Taha Suresi, 89)
(solda) MÖ 2500-1100 yıllarından
kalma bir put.(sağda) Asurlular taştan, tahtadan yapılmış putlarının
kendilerini felaketlerden koruduğuna inanacak kadar büyük bir gaflet
içindeydiler. Hadad isimli put da Kral Esarhaddon (MÖ 7.yy) tarafından
koruyucu putlar arasında sayılıyordu.
|
Hz. İbrahim'in bu tutumu aynı Hz. Musa'nın Firavun'a tebliğindeki tutumu gibidir. Hz. Musa da, Allah'ın "Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alıp-düşünür veya içi titrer-korkar." (Taha Suresi, 44) emri gereği Firavun'a tebliğ yaparken ılımlı ve yumuşak bir üslup kullanmıştır.
Hz.
İbrahim'in babasına yaptığı tebliği ve babasının verdiği karşılığı
Allah ayetlerinde şöyle haber verir: "Babacığım, şeytana kulluk etme,
kuşkusuz şeytan, Rahman (olan Allah)a başkaldırandır."
"Babacığım, gerçekten ben, sana Rahman tarafından bir azabın dokunacağından korkuyorum, o zaman şeytanın velisi olursun."
(Babası) Demişti ki: "İbrahim, sen benim ilahlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer bir son vermeyecek olursan, andolsun, seni taşa tutarım; uzun bir süre benden uzaklaş, git."
(Babası) Demişti ki: "İbrahim, sen benim ilahlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer bir son vermeyecek olursan, andolsun, seni taşa tutarım; uzun bir süre benden uzaklaş, git."
(İbrahim:)
"Selam üzerine olsun, senin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim,
çünkü, O, bana pek lütufkardır" dedi. "Sizden ve Allah'tan başka
taptıklarınızdan kopup-ayrılıyorum ve Rabbime dua ediyorum. Umulur ki,
Rabbime dua etmekle mutsuz olmayacağım." (Meryem Suresi, 44-48)
Hz.
İbrahim ve babası arasında geçen bu konuşmalar bizler için çok önemli
hikmetler içermektedir. Öncelikle Hz. İbrahim'in son derece cesur ve
tevekküllü tavrı dikkat çekicidir. Hz. İbrahim ölüm pahasına da olsa
Allah'ın emrini yerine getirmiş ve babasını hidayete davet etmiştir.
Babasının sevgisini, yardımını, imkanlarını kaybetmeyi göze almış,
onun tehditlerini önemsememiş ve kendisine "benden uzaklaş, git"
demesine karşılık, çok büyük bir tevekkül ve sabır göstermiştir.
Allah'ın kendisine yardım edeceğini ve doğru yolu göstereceğini
bilmiş, bunun verdiği rahatlık ve güven içinde davranmıştır. Yaşadığı
evden haksız yere uzaklaştırılmasının üzerine hemen Allah'a dua etmesi
ve O'nun duasına icabet edeceğine güvenmesi, bir Müslümanın sahip
olması gereken örnek tevekkül ve ihlası göstermektedir. Dahası, Hz.
İbrahim, kendisine karşı bu kadar düşmanca davranan babasına karşı çok
güzel bir ahlak göstermiş, ılımlı üslubunu korumuş ve ona "babacığım"
diye hitap etmeyi sürdürmüştür. Bu, her Müslümanın örnek alması
gereken çok üstün bir ahlak özelliğidir. O, babasına büyük bir şefkat
ve itidalle yaklaşmış, onu mütevazi bir biçimde hidayete çağırmış, ama
babası inkarda direnince hemen Allah'a sığınıp babasından
uzaklaşmıştır. Hz. İbrahim'in bu tavrı, bir Müslümanın diğer insanlara
bakışındaki tek ölçünün Allah'ın rızası olması, "Allah için sevmek ve
Allah için buğz etmek (hoşlanmamak)" olması gerektiğini
göstermektedir. Allah her Müslümanın sahip olması gereken bu vasfı
ayetlerde şöyle haber verir:
Kendilerine
onların gerçekten çılgın ateşin arkadaşları oldukları açıklandıktan
sonra -yakınları dahi olsa- müşrikler için bağışlanma dilemeleri
peygambere ve iman edenlere yaraşmaz. İbrahim'in babası için
bağışlanma dilemesi, yalnızca ona verdiği bir söz dolayısıyla idi.
Kendisine, onun gerçekten Allah'a düşman olduğu açıklanınca ondan
uzaklaştı. Doğrusu İbrahim, çok duygulu, yumuşak huyluydu. (Tevbe
Suresi, 113-114)
Hz.
İbrahim ile babası Azer arasındaki konuşmalarda dikkat çekici olan bir
diğer husus, Azer'in şirk dinine olan şiddetli bağlılığıdır. Öyle ki,
bu bağlılık kendi kanından olan ve yıllarca büyütüp, yanında tuttuğu
ve kendisine karşı da son derece saygılı davranan oğlunu ölüm ile
tehdit etmesine kadar varmaktadır. Hz. İbrahim'in, Azer tarafından
böylesine ağır bir şekilde tehdit edilmesinin tek sebebi, onun
yalnızca Allah'a ibadet etmesi ve kavminin şirk dinini reddetmesidir.
Azer, oğlu Hz. İbrahim'i "taşa tutmakla" tehdit edecek kadar
azgınlaşmıştır. Bu durum, inkarcıların zalim, tahammülsüz ve baskıcı
karakterinin bir örneğidir.
Hz. İbrahim'in Öğüt Verdiği İnkarcı
Kuran'da, Hz.
İbrahim'in insanları Allah'a iman etmeye davet ederken karşılaştığı
azgın bir hükümdardan bahsedilmektedir. Tarihi kaynaklarda "Nemrud"
olarak anılan bu inkarcı ile Hz. İbrahim arasında önemli bir konuşma
geçmiştir:
Allah, kendisine
mülk verdi, diye Rabbi konusunda İbrahim'le tartışmaya gireni
görmedin mi? Hani İbrahim: "Benim Rabbim diriltir ve öldürür" demişti;
o da: "Ben de öldürür ve diriltirim" demişti... (Bakara Suresi, 258)
Geceyi, gündüzü, Güneş'i ve Ay'ı sizin emrinize verdi; yıldızlar da O'nun emriyle emre hazır kılınmıştır. Şüphesiz bunda, aklını kullanabilen bir topluluk için ayetler vardır. (Nahl Suresi, 12) |
Ayette
belirtildiği üzere mal, mülk ve iktidarından dolayı böbürlenen bu
kişi, Hz. İbrahim'le tartışmaya girerek kendisinin de yaratma vasfına
sahip (Allah'ı tenzih ederiz.) olabileceği gibi büyük ve akılsızca bir
iftirada bulunmuştur. Malıyla, mülküyle övünen bu kişi kendini
ilahlaştırmakta, Allah'ı inkar etmektedir. Kibirinden dolayı Allah'ın
tüm kainat üzerindeki güç ve kudretini görmek istememektedir.
İnkarcı
kişi -tarihi kaynaklara göre Nemrud- kendisine Allah'ın varlığını ve
birliğini tebliğ eden Hz. İbrahim ile tartışmaya girer. Allah'a karşı
büyüklenen bu kişiye Hz. İbrahim'in verdiği cevap ise, son derece
hikmetli ve akılcıdır:
…
"Şüphe yok, Allah Güneş'i doğudan getirir, sen de onu batıdan getir"
deyince, o inkarcı böylece afallayıp kalmıştı. Allah, zalimler
topluluğunu hidayete erdirmez. (Bakara Suresi, 258)
Allah'ın
varlığını ve kudretini insanlara anlatan peygamberler her zaman bu
örnekteki gibi hikmetli ve akılcı anlatımlar kullanmışlardır. Allah'a
olan samimi imanları onların tebliğlerini etkili kılmış,
inkarcıların sapkın bakış açıları bu şekilde geçersiz hale gelmiştir.
Kendilerini doğru yolda zanneden, mallarına, güçlerine ve şirk
koştukları putlarına güvenen inkarcılar ise, iman edenler karşısında
her açıdan çok çaresiz kalmışlardır. Çünkü Allah'ın mükemmel
yaratışını ve sonsuz gücünü anlatan iman sahipleri karşısında batıl
inançlarının savunmasını yapabilmeleri mümkün değildir. Onlar her
zaman yenilmeye, ayetteki ifadeyle "afallamaya", cevapsız kalmaya
mahkumdurlar.
Hz.
İbrahim'in verdiği cevapta dikkat çeken bir diğer yön ise, onun
samimiyeti ve doğallığıdır. İçten gelen, samimi bir anlatım şekli
Allah'ın izni ile her zaman insanların kalplerine ve vicdanlarına etki
eder. Çünkü Allah'ın varlığı apaçıktır ve mümin bu kesin gerçeği
içinden geldiği gibi doğal bir üslupla anlatır. Ancak bu anlatım
karşısında etkilenseler dahi, insanların bir bölümü şeytanın etkisine
kapılarak inkarda ısrar ederler. Genellikle dinden uzak yaşayan bu
insanlar, Hz. İbrahim ile tartışmaya giren kişi gibi zenginliğin,
güzelliğin veya mevkinin kendi çabalarının bir ürünü olduğunu düşünerek
kibirlenirler. Kendilerine haksız bir üstünlük payesi vererek Allah'ın
büyüklüğünü unuturlar. Şeytan onları sahip oldukları güç ve iktidarı
kullanarak kibire sürükler. Bu şekilde Allah'a kulluk etmelerini
engellemek ister.
Müminler
de tebliğ yaparken birçok insanla karşılaşırlar. Bunların çoğu,
büyüklenerek Allah'ın gücünü ve kudretini hakkıyla göremez. Bu durumda
Müslümanların yapmaları gerekenlerden biri, Hz. İbrahim gibi onların
kibirlerini ortadan kaldıracak, Allah'ın karşısında ne kadar aciz
olduklarını kendilerine hissettirecek örnekler vermek olmalıdır. Bunun
sonucunda inkar eden kişi artık kibirlenmesinin, malı ile övünmesinin
Allah'ın gücü karşısında hiçbir önemi olmadığını anlayacaktır. Kendi
güç ve kudretinin sınırlı olduğunu, ölümü ile birlikte herşeyin yok
olacağını, Allah'ın ise tek mutlak güç olduğunu vicdanı ile
hissedecektir.
Hz.
İbrahim'in, kendisiyle tartışmaya giren kişiye karşı kullanmış olduğu
anlatım şekli, tebliğde akılcı, hikmetli ve sonuca yönelik konuşmanın ne
kadar önemli olduğunu da göstermektedir. Müslüman, hiçbir zaman
tartışmaya dayalı ve sonuç getirmeyecek konuşmalara girmemelidir.
Aksine her zaman için karşı tarafın psikolojik durumunu ve mantık
örgüsünü tahlil ederek, onun batıl inançlarını ortadan kaldıracak, ona
Allah'ın varlığını gösterecek etkileyici ve akılcı izahlar
kullanmalıdır. Bu etkili ve hikmetli anlatım şekline ise, ancak imanda
derinleşmiş, Allah'ın ayetlerini uygulamada titiz davranan ve Allah'tan
çok korkan insanların sahip olabilecekleri açıktır. Çünkü hikmet
Allah'ın bir lütfudur ve onu Allah'tan talep etmek gerekir.
Allah bir ayette "Kime dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiştir..." (Bakara Suresi, 269)şeklinde buyurarak, bu sırrı bizlere haber vermektedir.
... İğrenç bir pislik olan putlardan kaçının, yalan söz söylemekten de kaçının. Allah'ı birleyen (Hanif)ler olarak, O'na (hiçbir) ortak koşmaksızın... ...Kim Allah'a ortak koşarsa, sanki o gökten düşmüş de onu bir kuş kapıvermiş veya rüzgar onu ıssız bir yere sürükleyip atmış gibidir. (Hac Suresi, 30-31) |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder